Birkaç yıl önce, Danimarka'daki bir yüksek lisans öğrencisiyken, nasıl hikaye anlatılması gerektiğine ilişkin ders niteliğinde bir olay yaşadım.
Bitmekte olan bir powerpoint sunumunu ilgisiz bir şekilde göz ucuyla takip ederken, sahneye bizim sınıftan Şilili bir öğrenci çağırıldı. Bu gazeteci adayı, Enrique Núñez adlı sessiz sakin bir öğrenciydi. Onun hakkında bildiğim tek şey, her zaman en ön sırada oturması ve diğer öğrencilerden farklı olarak, söylenen her kelimeye azami dikkat göstermesiydi.
Núñez sahnede notlarını düzenlerken, seyirciler de laptoplarıyla ilgilenmekteydiler. Sonra herkesi şaşırtan bir şey oldu. Sahnenin ön kısmına doğru emin adımlarla yürüyüp, yüksek sesle “Bugün size olağanüstü bir yeteneğe sahip 16 yaşındaki bir çocuğun hikayesini anlatacağım…” dedi.
Klavyelerin tıklanması aniden durmuş ve tüm bakışlar ona sabitlenmişti.
Sonra ilk slayt geldi. Slaytta “Roosevelt Öldü!” manşetine hüzünle bakan bir gazete satıcısının tarihi bir fotoğrafı vardı.
“Bu ünlü fotoğraf” dedi, “1945 yılında bu çocuk tarafından çekildi ve daha sonra 25 dolar karşılığında bir dergiye satıldı”
Sonra bu çocuk tarafından çekilen başka fotoğrafları da gösterdi. Hepimizin bu çocuğun kim olduğunu merak etmeye başlamıştık.
“Bu çocuk tüm zamanların en etkili yönetmenlerinden biri olarak büyüdü. Onun kim olduğunu biliyor musunuz?” diyerek merakımızı daha da arttırmıştı. Hevesle beklemeye başladık. Ve sonunda cevap geldi:
“Stanley Kubrick”
Tamamen beklentilerimizi yönlendiren Enrique, görsel medyanın evrimi hakkında duyduğumuz en etkileyici sunumlardan birini yapmaya devam etti.
O gün hepimiz sunumların uzun ve sıkıcı olmak zorunda olmadığını öğrendik. Aynı zamanda eğlenceli ve bilgilendirici de olabilirlerdi.
HİKAYELER NEDEN İNSANLARI BÜYÜLER?
Akademisyenler ve pazarlamacılar, beynimizin bilgileri hikaye formunda işlediğini ve kaydettiğini buldu. O yüzden “Geçmişte bir gün” diye başlayan cümleleri duyduğunda, beynimiz hemen o hayali mekana gider.
Aslında profesyonel konuşmacı Akash Karia'ya göre hikayeler hayal gücümüzü harekete geçirerek, beynimizin karşı koyamadığı bir etki yaratıyorlar ve kafamızın içindeki hayali filmleri izlemekten başka çaremiz kalmıyor.
İşte bu yüzden hikayeler dünyanın her yerinde TED konuşmacıları tarafından sıklıkla kullanılıyorlar. Şimdi birkaç örneği inceleyelim...
SEYİRCİNİZİ HİKAYENİN İÇİNE DAHİL EDİN
İyi anlatılmış hikayeler, yıllar boyunca akılda kalırlar. Mesela şu basit ama sıradışı sunuma bakın. Kenya’dan gelen 12 yaşındaki Masai yerlisi Richard Turere, vatanındaki deneyimleriyle ilgili bir hikaye anlatarak izleyilerini başka bir dünyaya taşıyor.
Richard, büyük, grafik imgelerden ve temel kavramlardan oluşan slaytlarıyla, aslan saldırılarından mağdur olan ailesini ve icat ettiği ışık sistemi sayesinde ailesinin çiftlik hayvanlarını nasıl koruduğunu büyüleyici bir şekilde anlatıyor. Bu sunumun bu kadar başarılı olmasının nedeni, sunulan her kelimenin ve görüntünün, Richard ve ailesinin karşılaştığı sorunun açık zihinsel bir imgesini oluşturabilmesidir.
Ayrıca anlattıklarımızı tekrar eden değil, tamamlayan görseller kullanmalıyız şeklindeki sunumun altın kuralına tam olarak riayet ediyor.
KİŞİSEL BİR HİKAYE ANLAT
Çok az hikaye, kişisel olanlar kadar etkileyicidir. Özellikle de bu hikaye bir sıkıntıyı aşmakla ilgiliyse, söz konusu etki katbekat artar.
Christopher Booker “Yedi Temel Olay Örgüsü” adlı mükemmel kitabında, evrensel çekiciliği olan 7 temel öykü yapısı olduğunu söyler. Bunlardan bazılarını şu şekilde sayabiliriz: Kahramanın bir canavarı alt etmesi, sıfırdan zengin olma, hazine arayışı, kahramanın dönüştüren yolculuğu.
Bu olay örgüleri, gelmiş geçmiş en popüler ve harekete geçirici sunumların bazılarında ortaya çıkar. Örneğin Hyeonseo Lee’nin anavatanı Kuzey Kore’den kaçışını anlatan üzücü ve vicdan sızlatıcı hikayesi böyledir.
Ya da bir başka kadının aile içi şiddetten kurtulma ve kocasından ayrılma cesaretini gösterme hikayesini de örnek gösterebiliriz.
HEYECAN YARAT
Film izlemeyi ya da kitap okumayı sevenler, iyi bir hikayenin her zaman bir çatışmaya ve bir komploya sahip olduğunu bilirler. Bu iki unsur, iyi bir sunumu lunaparklardaki hız trenlerine çevirirler ve heyecandan yerinde duramayan seyircileri “Bundan sonra ne olacak?” sorusuyla baş başa bırakırlar.
Hikayenizin gerilim düzeyini artırabilecek çeşitli yöntemler var. Bunlardan biri, hikayenizi kronolojik olarak ve heyecanı aşama aşama arttırarak anlatmak ve en sonunda heyecanı zirveye taşımaktır. Fibula kemikleri olmadan doğmasına rağmen, sonradan koşucu, aktris ve model olmayı başaran Aimee Mullins’un hikayesi bu yöntemi uygular.
Bir başka yöntem ise seyirciyi aniden bir hikayenin içine atmak ve sonrasında zamanda geriye doğru giderek bunun nasıl gerçekleştiğini anlatmaktır. Bunun iyi bir örneği, Zak İbrahim’in babasının Dünya Ticaret Merkezi bombalamasına karıştığını açıklayarak başlattığı sunumdur. Daha sonra çocukluğundan olaylar anlatmak ve babasından farklı bir yol çizmek için nasıl büyüdüğünü anlatmak için geçmişe gider.
Üçüncü bir yol, tahmin edilebilir bir hikâye anlatarak başlamak ve daha sonra beklenenden tamamen farklı bir dönüş yaparak seyirciyi şaşırtmaktır.
Örneğin, bu TED konuşmacısı kitlesini İngilizce bilmediğine inandıran bir gösteri yaparak başlıyor ve sonrasında bunu “kimlikleri” nasıl inşa ettiğimizi göstermek üzere örnek bir olay olarak kullanıyor.
KARAKTERLERİNİZİ CANLANDIRIN
Karakterler hikayelerin kalbidirler. Onların talih ve talihsizlikleri, insanların gülmelerini, sevinmelerini ya da ağlamalarını sağlar.
Bulduğum en başarılı hikayeler, tanımlanması kolay ve aynı zamanda nadir karakteristik özelliklere sahip üç boyutlu karakterler yaratanlardı.
Bunu yapabilmek için, karakterin izleyicideki kişilerin zihninde canlanabilmesini sağlayacak detaylar vermelisiniz.
Örneğin, usta hikaye anlatıcısı Malcolm Gladwell, bu sunumda Howard'ın fiziksel görünümünü ve hobilerini ve takıntılarını anlatarak canlı bir insan imgesi oluşturuyor.
ANLATMAYIN, GÖSTERİN
Seyircilerinize sahnede bir hikayeyi anlatmak yerine, onları o hikayenin yaşandığı zamana götürün.
Bu yazının başında sınıf arkadaşımın yaptığı ve beni çok etkileyen bir sunumdan bahsetmiştim. O sunum bile, sizi konuşmalar ve betimlemelerle bir sahnenin tam ortasına taşıyacak bir sunumun etkisine ulaşamaz.
Öyleyse, bir hikâye sunduğunuzda, 2014 Dünya Kamusal Konuşması Şampiyonasını kazanan bu sunumda görüldüğü gibi, olayları sahneler halinde kurgulayın ve anlatmak yerine diyalogları kullanın.
DORUK NOKTASI YARATIN
Tıpkı bir dağın zirvesi gibi, siz de her zaman hatırlanacak dramatik bir doruk noktası yaratın. Sunum uzmanı Nancy Duarte'ye göre bu dramatizasyon, provokatif görüntüler veya şok edici istatistikler şeklinde olabilir. Bill Gates, bu tekniğe 2009 yılında sıtmayı engellemeye yönelik yatırımı arttırmak amacıyla yaptığı TED konuşmasında başvurdu. Önce sorunun ne kadar ciddi olduğunu kanıtlamak için istatistik verdi ve ardından sivrisineklerle dolu bir kavanozu açarak salondaki herkesi şoka uğrattı. O sırada şöyle demişti: “Bu deneyimi sadece fakir insanlar yaşamak zorunda değil”
OLUMLU BİR ANAFİKİRLE BİTİRİN
En iyi TED görüşmelerinin 200'ünü inceledikten sonra, sunum uzmanı Akash Karia, en etkili sunumların sadece bir çatışma ve bir doruk noktası olmadığını, aynı zamanda olumlu bir çözüm sunduğunu da keşfetti.
Örneğin, aile içi şiddet konuşması yapan konuşmacı, konuşmasının sonunda şiddet kurbanlarında kabahat aramak yerine, onları “mükemmel bir geleceğe adım atmış, sevgiyle dolu, muhteşem insanlar” olarak yeniden tanımlamamız gerektiğini belirtmişti.
Öyleyse, şimdi, unutulmaz bir sunumun nasıl yapılacağına dair çok sayıda örneğimiz var. Peki bu yazının anafikri nedir?
1. Seyircinizi hikayenin içine çekin
2. Kişisel bir hikaye anlatın
3. Heyecan yaratın
4. Karakterlerinizi canlandırın
5. Anlatmayın, gösterin
6. Doruk noktası yaratın
7. Olumlu bir ana fikirle bitirin
Comments